Canavarlar Ülkesi |
Masal Dünya’sında, sevimli bir ülke varmış. Burada yaşıyan insanların çoğu
mutlu ve güler yüzlüymüş. Çoğu zaman birbirleri ile şakalaşır, nükteler üretir, bunlara kahkahalarla gülermişler. Bu neşeli insanların sokaklarda, caddelerde yürümeleri bambaşka bir güzellik sergiliyormuş. Sokaklarda kadınlı, erkekli kümeler halinde uyum içinde yürürmüşler. Erkeklerin etrafa kah caka satarak, kah kaslarını gererek, kah yeni terlemiş kaytan bıyıklarını sıvazlayarak salına, salına yürümeleri görülmeye değermiş. Ya genç kızlar. Onların çıtı pıtı tavırları, sekerek yürümeleri, oyalı mendilleri ve gerdan bükmeleri dillere destanmış. Lokum gibi güzel ve tatlı kızların ünü tüm masal Dünya’sına yayılmış. Sanatçılar onların sevgi dolu bakışlarını çizmişler. Müsizyenler onlar için içli türküler bestelemişler. Su boylarında, sandal gezilerinde onların anısına şiirler söylemişler. Türküler, şarkılar, şiirler yankılanırmış sarp dağların arasında. Hep gezen, yürüyen insanlar için…
Yalnız bu insanların çok önemli bir sorunu varmış. Söylenceye göre geçmiş zamanlarda bir büyücü bu insanlara iki kişilik vermiş. Büyücü tüm tılsımını üç büyülü söz üzerine kurmuş. Her kim “at, avrat ya da silah” sözcüklerinden birini kullanırsa tavrı değişiyormuş birden.
Bu insanlar duygusal olmalarına karşın, ata bindiklerinde bir başka kişiliğe bürünüyormuşlar. Bu sevecen, neşeli ve güzel insanlar gidiyor, yerine gözleri yuvalarından fırlamış, asık suratlı, dişlerini göstererek çığlıklar ve savaş naraları atan insana benzer saldırgan yaratıklar geliyormuş.
Bu sevgi dolu insanlar “avrat” sözcüğünü duyluklarında gözleri dönüyor, ağızları kudurmuş hayvanlar gibi köpükleniyor ve önlerine çıkan kadınlara kim olduklarına bakmaksızın saldırıyormuşlar.
Karınca bile incitmeyen, hayvanları sevgi ile besleyen bu insanlar ellerine bir “silah” geçti mi, ulu orta kurşun savuruyor, canlı cansız her şeyi yok ediyormuşlar. Hele “silah”, “at” üzerinde ellerine geçerse vay karşısındakilerin hallerine…
Bu yaratıkların atlarını mahmuzlayarak, ağızlarından köpükler saçarak, hırçınca dolanmaları ürkütücüymüş. At sırtında çılgınlar gibi, önlerine çıkan her canlıya saldırmak, onlara zarar vermek ya da öldürmekmiş emelleri. Bu işten pek çok keyif alıyormuşlar. Bir de karşılarına çıkan canlıya zarar verebilirseler, sevinç çığlıkları komşu ülkelerden bile duyulurmuş.
Kral, halkı bu büyüden kurtarmak için tüm bilginleri bir araya toplamış ve düşüncelerini sormuş. Bilginler :
– Bu insanların yürürken bir sorunları yok. Sorun at sırtına bindiklerinde başlıyor. Bir yolunu bulup ata binmelerini önlersek, belki büyü etkili olamaz.
diye yorum getirmişler. Kral, bilginlerin düşüncesini uygun bulmuş, halkın ata binmemesi için ne yapabileceklerini araştırmalarını istemiş.
Bilginler bir süre araştırdıktan sonra, yine Kral’ın karşısına gelmişler :
– Birisi bize, komşu ülkelerde bir araç olduğunu söyledi. Bu araç atsız gidiyormuş ve
söylentiye göre attan da hızlıymış.
demişler. Kral, büyük bir umutla bilginlerini görevlendirmiş. Bilginler seçtikleri elçilere komşu ülkedeki atsız aracı inceleme görevi vermişler. Eğer, elçiler atsız aracın sorunu çözeceğine inanırsalar, atların yerine bu araçların kullanılması için Kral emir bile verecekmiş.
Haberciler köy köy dolaşıp bilginlerin görevini halka duyurmuşlar :
Ey güzel ülkenin tatlı insanları, bilginlerimiz hepinizin bildiği büyüyü bozmak için Kral tarafından görevlendirildiler. Komşu ülkelerde atsız araçlar varmış. Bu araçları inceleyecekler. Eğer büyüyü bozacağına inanırsalar, bu araçlar ülkemize getirilecek. Halkımız bundan böyle ata binmeyecek. Bu araçları kullanacak. Kral’ımız der ki :
“Halkımız mutlu olsun. Artık üzüntülü günler geride kalacak…”
Bu haberi duyan herkes pek sevinmiş. Büyü etkin olduğunda canlılara zarar verirken keyifleniyormuşlar, ama sonra çok üzülüyormuşlar. Kolay değil, bir hiç uğruna tanıdık, tanımadık demeden herkesin canına zarar vermek hoşlarına gitmiyormuş.
Tarihi görev, günü geldiğinde başlamış. Elçiler, halkın çoşku ve sevgi dolu gösterisi eşliğinde, bir deve kevranı ile komşu ülkeye doğru yolculuğa çıkmışlar. Büyüden uzak kalmak için kervana hiç at almamışlar. Elçiler, derelerden, tepelerden dolana, dolana, deve kervanının hızlıyla aylar sonra komşu ülkeye ulaşmışlar.
Bilginler bu ülkeyi gezerken, atsız aracı görmüşler. Biraz inceledikten sonra :
– Bu araç tam bizim Kral’ın istediği gibi. At olmadan yürüyebiliyor. Ata binmeyince, insanlar hırçınlık yapamazlar. Hem ata binenler, bu araçtakine zarar veremez. Baksanıza, bu araç attan çok hızlı…
diye yorumlarını yapmışlar.
Elçiler komşu ülkeden bir örnek aracı alıp ülkelerine götürmek istemişler. Amaçları aracı Kral’a göstermek ve kendi kanılarını Kral’a doğrulatmakmış. Komşu ülke, yeni araçlarını satacak bir pazar bulduğu için elçilerin isteğini uygun bulmuş ve yetkili görevli hemen bir örnek araç hazırlatmış.
Örnek aracın nasıl kullanılacağını öğretecek bir sürücüyle araca binen elçiler, kendi ülkelerine dönmüşler. Elçilerin bu hızlı araçla ülkelerine dönmeleri yalnızca birkaç gün sürmüş.
Elçiler yeni araçla Kral’ın önüne geldiklerinde, alanda toplanan halk
merakla gösteriyi bekliyormuş. Sürücü aracı çalıştırmış. Kral araca binmiş ve araç
hareket etmiş. Atsız aracın yürüdüğünü gören topluluktan bir uğultu kopmuş. Hepsi hayretlerini saklayamamışlar. Gösteriyi izleyenler de inanmış bu aracın atların yerini alacağına. “Artık büyü etkili olamayacak” diye pek sevinmişler.
Sürücü, Kral’ın görevlilerine aracı nasıl kullanacağını öğretmeye başlamış. Kral komşu ülkeye haber iletmiş. Yeni araçtan satın alacaklarını bildirmiş. Zaman içinde birer ikişer yeni araçlar gelmeye başlamış. Önce Kral, daha sonra yanındaki görevliler bu araçtan edinmişler.
Atlı canavarlar, bu araçları gördüklerinde onlara sadırmaya çalışmışlar ama, araç çok hızlı olduğu için araca yetişememişler. Aracın üzerindekilerin atlı canavardan zarar görmediği tüm ülkede yankı yaparak duyulmuş. Atlı canavarlardan kurtulmak isteyen herkes, bir an önce bu araçtan edinmek için sıraya girmiş. Halkın tüm emeli kendi kendine yürüyen araçtan satın almakmış. Herkes yememiş, içmemiş tüm gelirini biriktirmiş ve bu pahalı aracı almış. Aracı almaya gücü yetmeyenler hala ata biniyor ve atlı canavar olmaya devam ediyormuş. Kral, atlardan tümüyle kurtulmak için ülkenin büyük girişimcilerine destek olmuş. Fabrikalar kurdurmuş. Artık bu güzel ülkede de kendi başına yürüyen araçlar üretilmeye başlanmış. Halk ülkelerinde yapılan araçları daha kolay ve ucuza alma olanağına kavuşmuş.
Yıllar hızla akıp gitmiş. Ülkede ata binenler pek kalmamış. Kalanlar da eski etkinliklerini gösterememişler. At olmayınca, büyülü sözcüklerin etkisi azalmış. Artık “avrat” sözcüğünden etkilenenler eskisi kadar çok değilmiş. “Silah” sözcüğü hala ürkütücü oluyormuş ama, büyüden kurtulmak için halkın çoğunluğu silah taşımaz olmuş. Aslında Kral, silah taşıyanı cezalandırmaya başlamış olduğundan, yalnız silahı çok sevenler, eski canavarlıklarını sürdürmek isteyenler, gizliden silah taşımaya devam etmişler.
Araçlar çoğalınca önceleri tek tük, sonraları sayıca daha çok tuhaf olaylar olmaya başlamış. Büyüye benzemesin diye bu olaylara “kaza” adını vermişler. Araçlar ya birbirleri ile çarpışıyor, ya da bir ağaca, bir direğe çarpıp parçalanıyormuş. Aracın bir başkası ile çarpışması, eskiden atla yapılan saldırıdan daha kötü sonuç veriyormuş. Artık canlılar eskisi gibi birer, birer zarar görmüyor, topluca canlarından oluyormuşlar. Ülke, bazı günler kan gölüne dönüyormuş.
Bazı günler tüm araçlar yollarda kalıyor saatlerce ilerleyemiyormuşlar. Bir araç yolun ortasında durup yük ya da yolcu indirip bindirirken, arkasındakiler onu beklemek zorunda kalıyormuş. Bazen hızla giden bir araç öndekini nasıl geçmesi gerektiğini bilmediği için, arkadan ona çarpıp, hem öndekine hem de kendisine zarar veriyormuş. Sürücüler bazen araçları öyle zorluyorlarmış ki, hıznı alamayan araç, karşı yönden gelen araçla kafa kafaya girip içindeki tüm canlıların ölmesine neden oluyormuş. Halkın görünüşte bu konuda pek suçu yokmuş. Çünkü daha önce yalnızca ata binmiş olan halk, bu araçları ata biner gibi kullanmaya başlamış.
Zamanla, araçların üzerindeki gözleri dönmüş sürücüler, yollarda hızla ilerlerken
önlerine çıkan her şeyi ezmeye, kırmaya başlamışlar. Sanki ata binerken diğer canlılara saldırdıklarında yaptıkları gibi davranmışlar.
Bilginler hemen bir araya gelmişler. Bu “kazaların” nedenini araştırmışlar. Yoksa “büyü” biçim mi değiştirdi derlerken, komşu ülkeden getirdikleri araçla ilgili, pek önemli bir konuda eksiklik yaptıklarını görmüşler.
Komşu ülkeden sürücü getirmişler, onun aracı kullanmayı öğretmesini sağlamışlar. Meğer, araçlar kullanılırken uyulması gereken kuralları komşu ülkeden almayı unutmuşlar. Bilginler komşu ülkeden “trafik” adı verilen kuraları almamışlar. Tüm kazalar kuralsızlıktan ya da kural bilmemekten kaynaklanıyormuş.
Bilginler hemen “trafik” kurallarını kendi dillerine çevirmişler ve halka öğretmeye başlamışlar. Ama çok geç kaldıklarını “kazalar” önlenemez boyuta gelince anlamışlar.
Getirilen kurallar, eskiden at üzerinde saldırılar düzenleyen bu insanlara pek yaramamış. Halk ata binerken nasıl nara atıp saldırılar düzenliyorsa, araçları da öyle kullandıklarından kurallar etkisiz kalmışlar. Yalnızca bu insanların ünleri değişmiş. Eskiden tüm komşu ülkeler bu güzel ülkenin insanlarına “Barbar” derken, şimdi “Trafik Canavarı” demeye başlamışlar…
Öyle ya, masal diyarı da olsa, zevk için canlılara zarar verenlere başka ne ad verilir ki..