Siyah kedi

siyahkedi 

SİYAH KEDİ

Bir varmış bir yokmuş, padişahın iki tane kızı varmış. Bu kızların güzelliği dilden dile dolaşır dururmuş. Kızların ikisi de gelinlik çağındaymış. Onlarla evlenebilmek için saraya gelen delikanlıların sayısı çokmuş. Kimini padişah, kimini de anne sultan beğenmiyormuş.

Sultan, bir gün padişaha:

“Hakanım, bu iş böyle olmayacak. Kızları isteyenlerden birine versek öteki delikanlılar kırılacak. Belki de kızlarımız bizim yüzümüzden mutlu olmayacaklar. En iyisi iki tane altın top yaptıralım. Tellallarla halka duyuralım. Kızlarımızla evlenmek isteyenleri sarayın önündeki meydana toplayalım. Kızlarımız altın topları atsınlar. Attıkları topu kim yakalarsa kızlarımızı onlarla evlendirelim. Böylece hiç kimsenin bir diyeceği olmaz. Kızlarımızda şanslarına razı olarak yuvalarını kurarlar.”

Bu güzel düşünceyi padişah da uygun bulmuş. Kızlarını çağırtarak verdikleri kararı bildirmiş. Sonra, sarayın kuyumcusunu isteterek iki güne kadar iki tane altın top yapmasını emretmiş.

Toplar hazırlanınca, ülkenin her tarafına tellallar gönderilmiş. Tellallar:

“Ey ahali! Duyduk duymadık demeyin! Padişahımız kızlarını evlendirecek… Ayın son perşembe günü büyük kız, cuma günü küçük kız, sarayın balkonundan birer altın top atacak… Topları kim yakalarsa, padişahımız kızlarını onlara verecek… Evlenmek isteyenler, o günlerde sarayın önünde toplansınlar”,diye bağırıyorlarmış.

Damat adaylarını bir heyecandır almış. Adaylar içlerinden: “Ah, topu yakalayabilsem!” deyip duruyormuş.

Sonunda, ayın son perşembesi gelip çatmış. Sarayın önü bayram yerine benziyormuş. Delikanlılar en şık elbiselerini giymişler, sarayın önünde padişahın büyük kızının altın topu atmasını beklemeye başlamışlar.

O sırada padişah, sultan ve iki kızı sarayın balkonunda görünmüşler.
Halkın sevgi gösterileri arasında büyük kız, altın topu meydana fırlatmış. Top yuvarlana yuvarlana sarayın karşısındaki yoksul kulübenin önünde durmuş.

Sarayın bahçesinde bekleşenler buna razı olmamışlar. Damat adayları bağırarak karşı çıkınca, padişah kızına topu bir daha atmasını söylemiş. Topu getirmişler. Kız bir daha atmış. Herkes büyük bir merakla top nereye yuvarlanacak diye beklerken, top yuvarlana yuvarlana yine gidip aynı kulübenin önünde durmuş. Bekleşen damat adayları bu kez de Karşı çıkmışlar. Padişah, hak oyu üçtür diye bir daha attırmış. Altın top üçüncüsünde de aynı kulübeye gidip durmuş, orada kalmış.

Bu kez kimse karşı çıkamamış.
Büyük kız:
“Demek kısmetim oradaymış”,demiş.

Padişahın emriyle sarayın halayıkları büyük kızın gelinliğini giydirmişler, telini duvağını takmışlar. Sonra sarayın karşısındaki yoksul kulübenin önüne götürerek orada bırakmışlar.

Kızcağız çekinerek kulübenin kapısından girmiş. Bir kenara oturup beklemeye başlamış. Uzun süre beklemiş, gelen giden olmamış. Sonunda canı sıkılmış, içeride dolaşmaya başlamış. Derken gözüne bir kapı ilişmiş. Şöyle eliyle iterek kapıyı açmış. Bir de ne görsün? Bu kapı koskocaman bir sarayın bahçesine açılmıyor mu? Hem de ne saray! Babasının sarayı bunun yanında küçücük bir kulübe gibi kalıyormuş.

Prenses içeri girerek çevreye hayran hayran bakarak dolaşmaya başlamış. Sonunda sarayın içine girmiş. Gördükleri karşısında şaşkınlıktan donakalmış. Çünkü tüm eşyalar yakut, zümrüt, elmas, inci ve altından yapılmış. Kocaman mermer direklerin çevresi altın kuşaklarla süslüymüş.

Prenses:

“Babam bu ülkenin padişahı olduğu halde bu kadar zengin değil”,diyormuş.

Kızcağız böyle dolaşıp dururken oracıkta bir kara kedi belirmiş. Prensesin arkasından gelmeye başlamış. Nereye gitse kedi de geliyor, yanından hiç ayrılmıyormuş. Prensesin buna fena halde canı sıkılmış. Kediyi kovmuş. Hayvan bir an kaybolmuşsa da gene gelmiş, prensesle dolaşmaya başlamış. Kız, sonunda kara kediyi yakaladığı gibi pataklamış. Kedi de canının acısından bağırarak gözden kaybolmuş.

Kedi gidince, prenses bir kapının altın tokmağını çevirerek içeriye girmiş. Bir de bakmış ki, ortada çok güzel hazırlanmış bir sofra duruyor. Üzerinde çeşit çeşit yemekler, türlü türlü meyveler varmış. Ama burada da kimsecikler yokmuş. Çevresine göz gezdirmiş. Burası da elmas, zümrüt, yakut gibi taşlarla süslüymüş. Masanın üzerindeki altın tabaklar, bardaklar insanın gözlerini kamaştırıyormuş.

Prenses sofraya oturmuş yemek yemeye başlamış. Bu sırada kara kedi gene görünmüş. Prensesin ayaklarına sürtünüyor, ona sanki yalvarıyormuş. Prenses kediye fena halde öfkelenmiş. Kalkmış, onu bir kez daha çok fena patakladıktan sonra odanın kapısını açarak hayvanı dışarıya fırlatmış, kapıyı da kilitlemiş.

Karnını iyice tıka basa doyurduktan sonra bir köşeye oturmuş. Akşam olduğundan ortalık kararmaya başlamış. Prenses, “Karanlıkta ne yapacağım şimdi?” diye düşünürken, masanın üzerindeki mumlar kendiliklerinden yanmışlar. Bunu görünce, prenses ne yapacağını şaşırmış. Çok da uykusu gelmiş. Kalkıp odadan çıkıp, koridorda yürümeye, odaların kapılarını birer birer açmaya başlamış. Her oda, bir öncekinden daha güzelmiş. Hepsinde de mumlar yanıyor, ortalarda kimsecikler görünmüyormuş.

En son açtığı kapının önünde durarak içerisini hayran hayran seyre dalmış. Burası, babasının sarayında bile görmediği kadar güzel bir yatak odasıymış. Pırıl pırıl, ceviz ağacından yapılmış, oumalı bir karyola odanın bir köşesinde duruyor, üzerindeki altın sırmalarla işlenmiş, kırmızı atlas yorgan göz kamaştırıyormuş. Altın işlemeli terlikler karyolanın ayak ucunda duruyor, sahibini bekliyormuş.

Prenses, içeri girmiş. Karyolanın ayak ucunda kırmızı ipekli bir bohça içinde duran mavi geceliği giymiş, yatağa girerek yatmış.
Bir süre sonra, gürültü gittikçe çoğalıyormuş. Dı rüzgar esiyor, şimşekler çakıyor, yer yerinden oynuyormuş. Prenses ne yapacağını şaşırmış. Kapılar kendi kendine açılıp kapanmaya, pencerelerin camları kırılmaya başlamış. Korkudan yatağın içine gizlenen prenses, beklemeye başlamış. Fırtına gittikçe çoğalıyormuş.

Birden ortalık aydınlanmaya başlamış, gürültüler azalmış. Sabahı zor eden prenses yataktan fırladığı gibi odadan çıkmış, koşarak sokağa çıkarak kendisini babasının sarayına atmış. Başından geçen kötü olayı babasına, annesine, kardeşine anlatmış. Ama sarayın güzelliğinden hiç söz etmemiş.

O gün topu atma sırası küçük kızdaymış. Prenses topu atmak için balkona çıkmış. Delikanlılar, gene sarayın önündeki meydanda bekliyorlarmış. Padişah, sultan ve büyük kızları balkondalarmış. Küçük kızdan başka altın top atacak kimse kalmadığından herkes çok heyecanlıymış.

Küçük kız altın topu savurmuş.
Top, o kulübeye gidip durmuş. Meydandakiler çok öfkelenmişler. Top atışı öncekiler gibi, hak oyu üçtür diye iki kez daha tekrarlanmış. Ancak top üç kez de o eski kulübenin önünde durmuş. Top, sihirli bir el değmişçesine havada yön değiştiriyor, kulübeye yöneliyormuş.

Küçük prenses çok heyecanlanmış. Kızmetinin de bu kulübede olduğunu hissedip, duyumsamış. Meydandakiler üzgün bir durumda oradan uzaklaşmışlar.
Ablası başına gelen kötü şeyleri anlatmışsa da o, hiçbirisini dinlememiş. Kulübeye gitmekte kararlıymış. Bu kararı üzerine cariyeler ona da gelinliğini giydirmişler, güzelce süsleyip duvaklamışlar. Götürüp kulübenin kapısına bırakmışlar.

Küçük prenses içeriye girmiş, kulübede dolaşmaya başlamış. Gözüne bir kapı ilişmiş. Kapıyı itip de o muhteşem sarayı görünce anlası gibi gözleri kamaşmış. Demek ablası ona burasının güzelliklerinden hiz söz etmemiş… Küçük prenses sarayı gezmeye başlamış. İçinden, buradan kaçtığı için ablasına şaşırıyormuş. Hem dolaşıyor, hem de gördüğü güzellikler karşısında büyüleniyor, kısmetine razı olarak buraya geldiği için seviniyormuş.

Küçük prenses böyle sevinçle dolaşırken, yanında bir kara kedi belirmiş. Kara kedi, onunla yürüyor, ayaklarına sürtünüyormuş. Prenses kara kediyi görünce çok sevinmiş:

“Tanrım, ne tatlı bir kedicik. Gel, kedicik. Demek ki burada yalnız değilim. Bundan böyle benim arkadaşım, can yoldaşım olursun”, demiş.

Kara kediyi kucağına almış “Benim güzel gözlü Arabım, ne tatlı şeysin böyle?” diyerek onu sevmeye başlamış.
Kara kedi, kendisini seven bu iyi yürekli prensesi pek sevmiş. Küçük prenses ve kedi yürümeye başlamışlar.

Prenses bir kapının altın tokmağını çevierek içeriye girmiş. Bir de bakmış ki, ortada çok güzel hazırlanmış bir sofra duruyor. Üzerinde çeşit çeşit yemekler, görülmemiş meyveler varmış. Kara kedi ile sofranın başına oturmuş. Önündeki yemekten bir lokma kediye veriyor, bir lokma kendine alıyormuş.Ne yediyse kediye de vermiş. Böylece yeterince doyduklarında kalkmışlar sofradan.

Hava kararmaya başlayınca mumlar kendinden yanmış. Bu prensesi hem şaşırtmış hem de sevindirmiş. Böyle sihirli ortamlara bayılırmış. Ancak tek başına oturmaktan sıkılmış, uykusu gelmiş. Dolaşa dolaşa yatak odasına varmış, kara kedi yanından hiç ayrılmıyormuş. Prenses etrafa bakınıp kendi kendine konuşmuş:

“Acaba bu eşsiz güzellikteki sarayın sahibi nerede?”
Prenses yatağa girmiş, kara kedi de yatağın bir ucuna kıvrılmış, derin bir uykuya dalmışlar.
Prenses sabaha kadar hiç uyanmamış. Sabahleyin gözünü açtığında bir de ne görsün?
Odada ipekli elbiseler içinde altın ibrik, birinde altın tas, bir başkasında altın sırmayla işlenmiş havlu var. Bunlar küçük prensesin uyanmasını bekliyorlarmış.

Sultan bir bakmış kara kedi yok. Çok telaşlanmış. Cariyelere:

“Benim kara kedi arkadaşım nerede?, diye sormuş.

Ancak cariyelerin hiç biri konuşmamış. Hepsi de dilsiz gibi duruyormuş. Prenses ne kadar uğraştıysa da cariyeleri konuşturmayı başaramamış. Prensesin her dediğini yapıyor ancak tek kelime bile söylemiyorlarmış.
Ortalık kararmaya başlayınca, cariyeler birer birer çekilmiş. Derken kara kedi belirivermiş.
Küçük prensesle kara kedi o gecede yemeklerini kararınca yemişler, uyuma zamanı gelince beraber uyumuşlar. Ancak prenses sabah kalktığında kara kedi yine yokmuş ve cariyeleri yine konuşturamamış.

Üçüncü günün akşamı sultan uyumamaya, kedinin nereye gittiğini öğrenmeye karar vermiş. Bunun için yatağın içine girdiğinde sözde uyuyormuş gibi davranmış. Kara kedi de diğer akşamlardaki gibi yatağın ucuna kıvrılmış. Prenses gece yarısına doğru bir ses işiterek gözlerini açmış. Bir de bakmış ki kara kedi yataktan atlamış. Gözlerini aralayarak kara kediyi izlemeye başlamış. Kara kedi odanın içinde dolaştıktan sonra yatağa sıçrayarak prensesin uyuyup uyumadığını incelemiş. Uyuduğuna inandığında yere atlayarak üç defa silkinmiş. Birden yakışıklı, yiğit bir delikanlıya dönüşmüş. Prenses, yattığı yerde gözlerine inanamamış, içinden:

“Demek altın topun bu kulübede durmasının bir nedeni varmış. Benim eşim bu yakışıklı delikanlı olacakmış.” demiş.
Prenses birden yatağının içinde doğrulmuş. Delikanlı ne yapacağını şaşırmış.

Prenses:

” Kara kedi! Kara kedi! Söylesene niye kendini benden gizliyorsun, demiş.

Delikanlı:

” Prensesim, size kendimi gösterecektim ancak uygun zamanı bekliyordum. Ne var ki artık benim sırrımı öğrendiniz bundan sonra benim sevgili eşimsiniz. Ancak, gündüzleri sizin yanınızda olmayacağım. Ancak geceleri gelebilirim.

Olanlara çok şaşıran prenses:
[b”Neden? diye sormuş.

Delikanlı yanıt vermiş:
Zamanı gelince öğreneceksiniz…

Prenses:
“Ya cariyeler benimle konuşacak mı?

Delikanlı:
” Artık onların dili çözüldü. Bundan sonra sizinle konuşacaklar, istediğiniz herşeyi yerine getirecekler. Siz beni pis kara kedi diye pataklamadınız, canım, varlığım herşeyim size aittir artık” demiş.

Aradan günler geçmiş, prenses şehzadenin neden sadece geceleri geldiğini düşüne düşüne sarayda dolaşıyormuş. Önceden dikkatini çekmeyen bir kapıya gözü ilişmiş. Korkarak kapıyı açmış. Bir de ne görsün? Odanın içinde altından bir karyola parlıyor, karyolanın içinde melekler kadar güzel bir kadın yatıyor. Kadının uzun saçları karyolanın baş tarafındai gül dalına öyle sarılmış ki, kurtarmak için çok uğraşmış.

Saçları çözmesi bitmiş kapıdan tam çıkarken, şehzadesini tam karşısında görmüş.

Şehzade:

“Ah sultanım, buraya neden geldin? O kadın bir peri kızıdır ama kötü bir peridir. Yataktan kalkacak olursa seni de boğar, beni de… Hemen buradan gidelim, o beni buraya hapsettiği için, bende onu buraya bağlamıştım, gitmeliyiz!”, demiş.

O sırada peri kızı kalkmış ve genç karı kocaya yaklaşmış. Şehzadeye bir öfkeyle bakarak:

” Size kötülük yapmayacağım, bu çok iyi yürekli bir insan. Benim saçımı gül dallarından kurtardı… O bana iyilik yaptı. Ben de buna karşılık seni ona bağışlıyorum. Sarayımdaki herşey size armağanım olsun.” demiş ve bir an da yok olmuş.

O günden sonra eski kulübenin kapısı yıktırılıp sarayın güzelliğine uygun bir kapı yaptırılmış.

Şehzade ve küçük sultan orada çok mutlu bir yaşam sürmüşler.

Cahide Günay
Çözüm Yayıncılık